Altıntaklar
Babam 85, annem 92 yaşındaydı, tabiata döndüklerinde. İstanbul’da evlenmiş, Kadıköy merkezde yerleşmişler. Cumhuriyet’in onuncu yıl kutlama törenlerine katılıp orada nasıl heyecan duyduklarını anlatırlardı. Bergüzar ve Hüseyin çifti, babamın kurulan zafer taklarından esinlenerek aldığı Altıntak soyadı ile yollarına Kadıköy Yel Değirmeni semtinde devam ederler. Büyük kardeşlerim Güner, Ergün ve Gönül, 1935, 1937 ve 1940 yıllarında İstanbul’da doğar.
Tüm ülkede savaştan etkilenen geçim sorunları yanı sıra babamın iş hayatı mallarla yüklü bir geminin batması sonucu zorlanınca tekrar Adapazarı’na döner aile. Orada doğar son ablam Sevim. Ancak Adapazarı depremi aynı yıl (1943) aileye başka bir darbe vurur, evleri yıkılır. İstanbul’da yaşayan küçük amcam aileye evinde kucak açar, tekrar İstanbul’a dönerler. Babam bu kez başka bir iş edinir. Bir gıda firmasının Anadolu’da tanıtımını da üstlendiği temsilcilik yılları başlar. Daha sonra benzer başka bir firmada sürdürür işini.
Sıklıkla seyahatlerde geçer zamanı babamın. Önce yine Kadıköy’de yerleşirler, ama sık sık bir şeyler isteyen ev sahibine kızıp olumsuz cevap veren küçük ablam yüzünden, doğduğum semt, Fatih’e taşınmışlar. Babamın seyahatten döndüğünde, doğum yapan eşini öptüğünü gören ebe, “dördüncü kızına sevinen adam” olarak mahallede meşhur etmiş babamı. Altı aylık bebektim aile iş nedeniyle Ankara’ya göçtüğünde. Bu yıllarda, çocukların sürekli değişen okullara uyumları, babamın seyahatleriyle günlük hayatın zorlukları yanı sıra abimin Mal de Pott tanısı ile yıllarca alçıda kalması, annemin geç dönemde hepatit nedeniyle bir gebelik kaybı üstesinden gelinen önemli sağlık sorunları olmuş. Abimi 57 yaşında kaybettik. Büyük ablam, ilkokul son sınıf öğrenciliğinde, babamın maaşını almak için Kadıköy’den Sirkeci’ye gidip geldiğini anlatır.
Ankara yıllarından sonra yine İstanbul’da yaşadılar. Önce Kızıltoprak’ta, sonra İdealtepe’de kendi evlerindeydiler. Babam Ankara’dan, 75 yaşında hâlâ yaptığı işi seven biri olarak kendini emekli ederek ayrıldı. Annem ve babam çalışkan ve güçlüydüler. Tüm sorunların üstesinden gelmek için sabırla uğraşırlardı. Bir gün bile yakındıklarını duymadık. Babamın bir kusuru varsa, çocuklarını korumacılığıydı diyebilirim. İki ablam, eğitimlerini sürdürmek istemediğini söyleyince kararı onlara bırakmış. İkisi de ortaokulu bitirmeden ayrılmışlar öğrenimden. Kızlar için zamanın okul dışı eğitim seçenekleri arasında olan dikiş, nakış, kitreden bebek yapma gibi kurslarla olağan üstü beceriler geliştirdiler. Ben de pek çoğuna yardım ederek yeni ilgi alanları kazandım bu sayede. Okumayı sürdüren Gönül ablam, Kız teknik yüksekokul mezunu, biçki dikiş, giyim ve hazır giyim öğretmeni olarak Adana kız meslek liselerinde öğretmenlik yaparak emekli oldu. Onun okul yıllarında yarattığı çocuk giysileri ile defilelerde mankenlik yapmışlığım var.
Tıp fakültesinde çok ders çalıştığım zaman babam bana da “evladım çok yoruluyorsun, istemiyorsan yapmak zorunda değilsin” derdi. Gece yarıları ders çalıştığımı fark etmemesi için, o bir nedenle uyandığında hemen ışıkları söndürdüğümü hatırlıyorum. Anatomi uygulamalarının başladığını öğrendiğinde, aynı koruma duygusu ile, “kaldıramıyorsan bırak yavrum” dediğini hatırlıyorum.
Balkanlarda azınlık olmayla gelen muhafazakâr geçmişinde büyük kardeşlerim için kimi tutucu yaklaşımları olduğunu öğrendim ama benim zamanımda yaşadığımız ortam, bir sınırlama olmadan, karşılıklı saygı ve bağlılık çerçevesinde, istediğim gibi bir çocukluk ve gençlik geçirmemi sağladı. Ailenin tekne kazıntısı, dokuz yıl ara ile olan son çocuğu olarak erken yaşta teyze ve hala oldum. Çalışma yaşamımdaki özgürlüğüm için ailemle olan bu etkileşim her zaman sürdü.